12 Ekim 2011 Çarşamba

In Time

Günümüzün filmi "In Time", ki kendisini bir süredir sinemalardaki ekranlarda görüyorum. Son iki ayda iki ayrı filmle (Bad Teacher ve Friends With Benefits) karşımıza çıkan Justin Timberlake, bu sefer bir bilimkurgu filmiyle beyaz perdede boy gösteriyor. Justin abimize filmde Amanda Seyfried eşlik ediyor ki kendisine bi Günün Güzeli başlığı altında Chloe'yi izlediğimden beri fazlasıyla yer veresim var.

Gelelim filmimize... In Time, insanların 25 yıldan fazla yaşamayadığı bir gelecekte geçiyor. 25 yılın üstünde zaman geçirebilmeleri için çalışmaları ve bunun karşılığında zaman kazanmaları gerekiyor. Will Salas (Justin Timberlake)'ın rastlantılar sonucu bir şeyin garip gittiğini fark etmesi ve düzene meydan okuması filmimizin temelini oluşturuyor. Bir nevi uyanış hikayesi yani...

Filmi "günün filmi" olarak seçmemin sebebi, ne bilimkurgu sevdam, ne de Amanda'nın kafam büyüklüğünde gözleri... Sebep fragmanın sonunda verilen #intime hashtag'i. Yapımcılar Twitter'da insanları doğru yönlendirebilmek için fragmana hashtag eklemeyi düşünmüşler, pek de başarılı olmuş. Bu sayede alt çizgilerden, tirelerden, başına sonuna "movie" eklemelerden kurtarmışlar filmlerini. Buyrunuz efenim, Justin'in gaz halleri, Amanda'nın yeni saç kesimi ve #intime hashtag'i ile In Time fragmanı.

 

1 Ekim 2011 Cumartesi

Erkeklerin "Hover Hand - Omuz Üstünde Uçan El" Sorunsalı

Türkler'in kişisel mesafeyle ilgili sorunları Amerikalılar kadar büyük ve baskın değil. Sanırım bir Amerikalı için, tanımadığı birisinin kendisine yarım metreden fazla yaklaşıp konuşmaya çalışması kadar rahatsız edici pek az şey vardır.

Bence bu "hover hand" sorunsalının bir numaralı sebebi, Amerikalılar'ın yaklaşamama hastalığı. Eh, bize de ancak bu şapşallıklarıyla eğlenmek kalıyor. Sorunu tanıdıktan sonra, çözümü üzerine bir Photoshop Tutorial çalışması var en altta, izlemeden geçmeyelim...


28 Eylül 2011 Çarşamba

Bilitis - En Komik Fransız Parodisi


Geçtiğimiz bir kaç güne kadar izlediğim en komik Fransız parodisi "Flight of the Conchordes"un Fransız müziği, filmleri ve klişeleriyle dalga geçen bölümüydü. Fakat bir Youtube'a dalış seansı esnasında karşıma bu film çıktı.

"Ödüllü Avrupa Sineması" konseptinin tüm öğelerini yerin dibine sokan, sokup sokup çıkartan, yerle bir eden bir parodi yapmışlar. Fragmandan çekim arkası görüntülere, filmin soundtrack'ine kadar her parçayı da düşünmüşler. 

İzleyecekler için küçük bir öneri, homofobiniz ve/veya etrafınızda küçük çocuklar varsa izlemeyin... 

25 Eylül 2011 Pazar

Bir Banka Reklamı Nasıl Sıkıcı Olmaz?


Reklamı izlediğimden beri aklımda burada yazmak. Norveç Bankası DnB NOR'un reklamından bahsediyorum...


DnB NOR, bu yaşımızda çok da düşünmediğimiz "birikim" olayını, gençlerin aklına düşürmeyi misyon edinmiş belli ki. Kurduğu bu strateji doğrultusunda da oldukça rasyonel ve izlemesi eğlenceli reklamlar oluşturmuş. Serinin son örneği yukardaki George Clooney'nin oynadığı... Reklamı izlemesi, özellikle George abinin evlilik karşıtı söylemleri ve duruşu akla geldiğinde daha bir eğlenceli oluyor ve reklam doğuştan şanslı olmayan milyonlar için birikim yapmaya başlamanın doğru bir tercih olacağı önerisiyle son buluyor.

Reklamı izledikten sonra DnB NOR ile ilgili biraz daha araştırma yaptım. Adamların web siteleri bile sıkıcılıktan uzak, nerdeyse blog havasında. Sayfada ne arayacağını bilmeyenler için oldukça gelişmiş bir arama aracı da eklemişler. E, daha ne olsun???

Birikim yapmayı gençlerin aklına düşürmeyi misyon edinmişler demiştik, değil mi? Bu kanıya nerden mi vardık? Bir de şunu izleyelim, bakalım:

Güldürürken düşündüren, düşündürürken eğlendiren reklam böyle olur... Ama daha bitmedi!


Bu reklamda ne dediklerini anlayacak kadar dili olan varsa aydınlatsın hepimizi ama belli ki kendileriyle dalga geçebilecek kadar da özgüven sahibi bu bankamız.

8 Eylül 2011 Perşembe

Bir Corona Talihlisinin Ibiza Anıları -2

En son Formentera'da kalmıştık, değil mi?

Formentera'nın cennet plajında günümüzü geçirip, Coronolarımızı yudumlarken ilginç bir şey fark ettik. Ibiza'daki turistler, ister yerli ister yabancı olsun denizi ve plajları sadece sosyalleşme alanı olarak görüyorlar. Orada geçirdiğimiz süre boyunca biz kulaç atmadığımız tek bir parça kalmaması için uğraşırken, bunlar ancak dizlerine kadar gelen suda duruyor, sağı solu kesiyor, yarım saat muhabbet ettikten sonra saçlarını bile ıslatmadan sudan çıkıyorlardı. Önceki yazının fotoğraflarında ispatını görebilirsiniz.

Akşam olup dönüş vakti geldiğinde bizi yine tekne korkusu bastı. Neyse ki bu sefer kaptandan aldığımız bulantı hapları imdadımıza yetişti ve nispeten kolay bir yolculuk geçirdi. Dönüş yolunda Formentera'nın sahillerinden akan zendinliğe Ferrari yelkenli bir tekneyle şahit olduk.

75 dakika süren dönüş yolculuğundan sonra kendimizi otelin havuzuna attık. Corona'nın bizler için ayarladığı otelin güzelliğinden bahsetmiştim, değil mi? :)

Aynı günün akşamında yine Corona tarafında organize edilmiş bir yemeğe, sonrasında da adanın dünyaca ünlü kulübü Pacha'ya olan davete katılmak üzere giyindik, kuşandık ve yola koyulduk. Otelimizle Pacha arası mesafe yürüyerek yaklaşık 15 dakika, biz bu mesafeyi marina yolu üzerinden katettik. Karşılaştığımız zenginlik karşısında çenemiz bir kez daha yere vurdu.


Bence Pacha'yı bu kadar önemli yapan en büyük özellik, adanın en eski ve köklü kulübü olmasının yanı sıra merkeze en yakın kulüp olması. Şöyle ki, önceki yazıda bahsettiğim Ibiza Town'da gece 2'ye kadar eğlendikten sonra Pacha'ya geçmek ortalama 5 dakika alırken, adanın ortasında bulunan Amnesia, Space ve San Antonio'daki Es Paradis'e gitmek oldukça uzun ve arabanız yoksa zahmetli bir yolculuk gerektiriyor.

Pacha'yla ilgili bu muhteşem saptamadan sonra geceye kaldığımız yerden devam edebiliriz. Corona'nın ilk büyük sürprizi Pacha Restaurant'ta ayarlanan akşam yemeğiydi. Her detayıyla inanılmak şık kategorisine sokulabilecek restoran o gece, sadece Corona'nın uluslararası misafirleri için kapatılmıştı. Oturduğumuz 12 kişilk masadaki İngiliz ekiple restoranda ikram edilen Coronalar vasıtasıyla hemen kaynaştık. Aperatifler, ana yemek ve özellikle tatlı birbirinden lezzetliydi. Garsonların profesyonelliği, hiçbir ricamızı geri çevirmemeleri ve yardımseverliği ve masadaki muhabbetle çok keyifli bir akşam yemeği geçirdik.

Gecenin devamında yine Corona'nın davetlisi olarak olarak Pacha'daki "Defected in the House" partisine katıldık. Saat 12 civarında boş sayılabilecek kulüp, 2'ye doğru dolu zamanlarını yaşıyordu. House müzik eşliğinde eğlenen insanları izlemek bile suratımızda gülücükler açmasına yetti.

Corona sponsorluğunda geçirdiğimiz tatilin son gününü adanın bir diğer büyük yerleşim bölgesi sayılan San Antonio'da tamamladık. Adanın bu tarafı (ne yazık ki) İngiliz ve Alman turistlerin egemenliğinde. Ibiza Town'da gittiğimiz Talamanca plajıyla kıyaslayınca adanın bu tarafındaki plajlar cennet parçası kalıyor.




Adadaki son akşamımızı ünü yayınladıkları toplama albümler ve dillere destan günbatımı manzarasıyla dünyaya yayılan Cafe Del Mar'da geçirdik. Müziğin ve insanların güzelliği, gözlerimizin önünde denize dalan güneş ve ellerimizdeki Coronalar ile birleştiğinde ömür boyu hatırlayacağımız bir anıya sahip olduk.

Her güzel şey gibi, Ibiza seyahatimizin de sonuna gelmiştik. Bize kalan lime ile Corona'nın birleşiminden doğan o muhteşem tat, cennet plajlar, gün batımı ve müzik ile doldurduğumuz günler oldu.

Corona'ya sponsorluğundan, Işıl Hanım'a sağladığı samimiyet ve yardımseverlik dolayısıyla bir kez daha teşekkürlerimizi iletiyoruz.

Umarım yazıyı okuduktan sonra sizlerin de aklına, bizim olduğu gibi, bira dendiğinde Corona gelir.

6 Eylül 2011 Salı

Bir Corona Talihlisinin Ibiza Anıları -1

Corona'nın Facebook'daki Ibiza tatili ödüllü oyunu "Kapakları aç, Ibiza'ya kaç!"ı (hala şu adresten oynanabiliyor http://apps.facebook.com/coronaoyun/) son gün, son dakika hamlesiyle kazanmayı bilmiştim. Ödül olarak ben ve sevgili karım Deniz geçtiğimiz haftasonunu Ibiza'da geçirdik. İşte Ibiza'dan geriye kalanlar...

Öncelikle yarışma sonrasında hem yolculuğa kadar geçen sürede, hem de tatil esnasında her türlü sorumuzu/sorunumuzu gidermeye çalışan, inanılmaz yardımcı olan, bıkmayan, usanmayan Corona ürün müdürü Işıl Hanım'a çok çok çok teşekkür ediyoruz.

Yolculuğumuz 19 Ağustos sabahı Atatürk Havalimanı'nda başladı. Ibiza'ya Iberia Havayolları ile Madrid aktarmalı olarak gidecektik. Havayoluyla ilgili şüphelerimiz, uçağa biner binmez son buldu. Gerek uçuş kalitesi ve konforu, gerek host ve hosteslerin güleryüzlülüğü ve yardımseverliği fevkaledenin fevkindeydi. Madrid-Ibiza arası dolmuş sayılabilecek bir uçakla geçildi, ki bu da bizim için ilginç bir deneyim oldu. Canadair CRJ 200 model uçağımız 50 yolcu kapasiteliydi.

Öğleden sonra Ibiza indiğimizde karşımıza çıkan ilk şey Corona (yerel adıyla Coronita) standıydı. Havaalanından başlamak üzere adanın her bir köşesi "Coronita Island" giydirmeleriyle dolu. Işıl Hanım'dan öğrendiğim kadaıyla Corona, Ibiza'ya özel bir pazarlama konsepti oluşmuş. Yine kendisinden tüm dünyada Corona ismiyle bilinen markanın, İspanya'da bu ismin bir başka markaya tescilli olması sebebiyle Coronita olarak pazarlandığını öğrendim.

Otelimizin manzarası
Ibiza havaalanında başlayan heyecanımız, otele ulaşmamızla zirveye ulaştı. Corona bizim için şehrin Ibiza Town olarak anılan bölümünde muhteşem bir otel ayarlamış. Odaya girdiğimizde 8 adet buz gibi Corona ve ertesi akşam gerçekleşecek organizayon için davetiyeler bizi bekliyordu.

Yorgunluğumuzu atar atmaz kendimizi otelin hemen yanındaki Talamanca plajına attık. İlk plaj deneyimimiz, sahilde yediğimiz yemek dışında biraz hayal kırıklığıydı. Yurdumun cennet plajlarından ve denizinden sonra Talamanca denizinin kirliliği ve bitmek bilmeyen yosunları, "neden kimse denize girmiyor da öyle plajda takılıyor?" sorumuzun başlıca cevabıydı. Adanın bir diğer ilginç yanı da güneşin oldukça geç batması, öyle ki otel manzarası fotoğrafını akşam saat 8'de çektiğim halde güneş yakmaya devam ediyordu.

Ibiza Town
İlk günün gecesinde otelin hemen önünden kalkan tekneler ile Ibiza Town'un merkezine indik. Birbirinden güzel ve keyifli dükkanlar arasında Ibiza'nın çılgın gece hayatına dair ilk sinyaller çakmaya başladı. Ibiza Town'un barlar sokağı olarak anılabilecek kısmı adanın lakabına yakışır şekilde özgürlüklerin tavan noktasıydı. Sokak boyunca sürekli bir hareket, neşeli insanlar, yükselen müzik sesleri, bizi çok da alışkın olmadığımız şekilde çevrelemişti. Pacha, Space, Amnesia gibi dünyaca ünlü gece kulüplerinin merchandise mağazaları dolup taşıyordu. Bu kulüplerin kendilerini pazarlama metodları okullarda ders olarak okutalabilir, o derece iddialı yani...

Burada sangrialarımızı ve Coronitalarımız'ı yudumladıktan sonra, saat 1'de sonuncusu olan tekneye yetişmek üzere aklımız arkada kala kala Ibiza Town'u terkettik. Bu arada Ibiza Town'da farkettik ki adanın "official" birası gerçekten Corona, bira içen herkesin elinde sadece Corona vardı.

Ertesi günün planı herkesin övgüyle bahsettiği, Ibiza'ya yakın bir başka ada olan Formentera'yı ziyaret etmekti. Internette okuduğumuz kadarıyla adaya yaklaşık yarım saatlik bir deniz yolculuğuyla ulaşılabiliyordu. Otelimizin önünden kalkan Formentera teknesine bindikten 45 dakika geçmiş olmasına rağmen halen etrafta kayda değer bir kara parçası olmadığını görünce, bahsi geçen yarım saatin bizi sollayıp duran hızlı feribotlar için geçerli olduğunu anladık. Deniz ve ben hayatımızın en uzun ve zorlu (tam 75 dakika) deniz seyahatini gerçekleştiriyorduk.

Adaya ulaştığımızda biraz alt üst olmuş, biraz kendimizden geçmiş, özetlemek gerekirse eritilmiş kaşardan halliceydik. Ancak ünlü Formentera plajları karşımıza çıktığında birer Corona açtık ve  her şeyi unutup manzaranın büyüsüne kendimizi bıraktık. Yazının ilk bölümünü bitirmek için en güzel son ancak ve ancak Formentera fotoğraflarıyla olabilir, buyrun bakalım...






8 Ağustos 2011 Pazartesi

Midnight Juggernauts - Into The Galaxy

Farklı müzik türleri arasındaki çizgiyi kırıp geçen gruplardan biri Midnight Juggernauts... Müziklerini dinlediğimde Avustralyalı olabilecekleri aklımın ucundan bile geçmemişti...

Ben kendilerine Grooveshark üzerinden ulaştım, 2 şarkılarının da müptelası oldum. Bu arada Tombstone'u dinlediğinizde belki siz de fark edersiniz, müzik bir yerden tanıdık geliyor. İpucu: kop yanıma geliver, kop yanıma soruver, yüzonsekiz seksen seksen seksen, bilmiş seksen



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...